İklim, yeryüzünün herhangi bir yerinde uzun yıllar boyunca yaşanan ya da gözlenen tüm hava koşullarının ortalama durumu, ya da daha sistematik bir yaklaşımla, belirli bir alandaki hava koşullarının, atmosfer elemanlarının değişkenlikleri ve ortalama değerleri gibi uzun süreli istatistikleri ile tanımlanan sentezi olarak tarif edilir.
Hava ve iklim farklı fakat ilişkili olgulardır. Hava, belirli bir yerdeki günlük şartları tanımlar, örneğin, bir gün bulutlu ve nemli iken ertesi gün güneşli olabilir. ‘İklim’ bir yerdeki görece daha uzun zaman dilimlerinde (örneğin 30 yıl) ortalama hava koşullarını tanımlar. Çöller, örneğin sıcak ve kuru bir iklime sahipken Kuzey Kutbu ve Antarktika bölgeleri soğuk ve kurudur.
Küresel iklim değişikliği fosil yakıtların kullanımı, arazi kullanımı değişiklikleri, ormansızlaştırma ve sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleriyle atmosfere salınan sera gazları (H2O (su buharı), CO2, CH4, O3, N2O, CFC–11, HFC, PFC, SF6) birikimlerindeki hızlı artışın doğal sera etkisini kuvvetlendirmesi sonucunda yerkürenin ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artışı ve iklimde oluşan değişiklikleri ifade eder.
Güneş her gün dünyaya yaklaşık 120000 terawatt enerji verir, bu insanlığın halihazırda tüm günlük ve endüstriyel süreçlerde kullandığından yaklaşık 10000 kat daha fazladır. Güneş ışınları yeryüzünün yüzeyine çarptığında dünya bu solar radyasyonun bir kısmını toprak ve okyanuslarda ısı olarak emer. Bu ısının bir kısmı tekrar uzaya kaçar, ancak bir kısmı karbondioksit ve metan gibi sera gazları tarafından kapalı tutulur ve dünyanın bir sıcak hava battaniyesine sarılmasını sağlar. Buna “sera etkisi” adı verilir ve bu olmadan insanlık ve canlılar yaşamlarını sürdüremezler.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne göre “İklim değişikliği”, karşılaştırabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri sonucunda iklimde oluşan değişiklik olarak tanımlanır.
Küresel ısınma ve iklim değişikliği farklı fakat ilişkili olgulardır. Küresel ısınma dünyanın sıcaklığındaki güncel artışı tanımlar. Bu iklim değişikliğinin yalnızca bir özelliğidir. Küresel ısınma iklim değişikliğinin bir nedenidir. İklim değişikliği küresel ısınmanın, yeryüzünün iklim sistemi üzerindeki pek çok farklı etkisinden bahseder. Bunlar; yükselen deniz seviyeleri, eriyen buzullar, değişen yağış modelleri, aşırı hava olaylarının (ani seller ve sıcaklık dalgaları gibi) değişen sıklığı, mevsimlerin değişen uzunlukları ve değişen mahsul verimlerini içerir.
Sıcak ve nemli bunaltıcı günlerde hissedilen sıcaklıklar 40,6°C ve daha yüksek olduğu durumlardaki hava şartlarına “sıcak hava dalgası” denir. Sıcak hava dalgasının en az iki gün süreceği belirlendiğinde “sıcak hava dalgası” uyarısı yapılır. Hava sıcaklıkları, normal değerinden 6°C ve daha yüksek olduğunda bu durum “aşırı yüksek hava sıcaklığı” ya da “şiddetli sıcak hava dalgası” olarak adlandırılır.
Şehir ısı adası, şehir merkezindeki sıcaklığın onu çevreleyen arazinin sıcaklığından daha yüksek olmasıyla oluşur. Uzun dalga radyasyonunun yüzeyler tarafından emilmesi ve geri yayılmaması nedeniyle şehir yerleşim alanlarında ışınım dengesi bozulur. Şehirlerdeki insan kaynaklı değişiklikler, şehir ısı adasının kaynağını oluşturur. İnsan kaynaklı ısı salımındaki artış, yüzey buharlaşmasında azalma, şehir yüzeylerinin değişen termal özellikleri, trafik ve hava kirliliğinin atması, binaların kalkan etkisi nedeniyle nem ve hava akımlarındaki azalma bu değişikliklerin arkasında en önemli faktörlerdir. Hava kirliliğinin artması sonucunda şehir ısı adası ile birlikte ‘şehir sisi’ de artmaktadır. Şehirısı adası oluşumunda enerjinin rolü önemlidir. Isı adası oluşumunda yere güneşten gelen radyasyon önemli rol oynar, gelen bu enerjinin yüzeyden/yerden yansıması şehirlerde ve kırsal alanlarda farklıdır. Kırsal alanlarda geri yansıyan enerji hiçbir fiziksel engele maruz kalmadan yansır, oysa bu enerji şehirlerde yüksek binalar arasında önemli oranda tutulur ve geri yayılımında önemli zaman açısından uzun gecikmeler olur.
Bilim camiası fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan emisyonları azaltarak küresel ısınmayı 1,5°C'de (Sanayi Devrimi başlangıç alınarak) tutarsak iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden kaçınılabileceğini ispatlamıştır. Bugün 1°C olan kürenin yüzey ısısının 2°C olması halinde, gezegenin iklim sisteminin geri dönüşü olmayan bir şekilde bozulacağı ve ekosistemlerde yaşanan olumsuz etkilerle birlikte ani ve aşırı iklim olaylarının olağan ve yaygın nitelik kazanacağını ispatlamıştır. 2°C insanlık ve tüm canlılar için son tehlike sınırıdır, bu sınıra varmadan küresel ısınmayı durdurmak için ihtiyat sınırı 1,5°C olarak kabul edilmiş olup, uluslararası toplum bu yönde çalışmaya devam etmektedir.
Dünya devletleri küresel iklim krizine çare üretmek amacıyla küresel bir mücadeleyi yaklaşık otuz yıldır sürdürmektedir. Bu çalışmalar Birleşmiş Milletler’in çatısı altında 1994’te yürürlüğe giren İklim Değişikliğiyle Mücadele Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC), 2004 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü ve en son 2016’da yürürlüğe giren ParisAnlaşması kapsamında yürütülmektedir. Paris İklim Anlaşması uluslararası toplumun iklim değişikliği ile mücadeleiçin kabul ettiği en güncel uluslararası anlaşmadır. Anlaşma küresel sıcaklık ortalamasındaki artışın 2°C’nin altında ve mümkünse 1,5°C’de dizginlenmesini amaçlamaktave her taraf ülke bu hedefe ulaşmada izleyeceği yöntemi ulusal katkıları (NDC) ile belirlemektedir. Kasım 2016’da yürürlüğe giren Paris Anlaşması’na taraf olan ülkeler, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden korunmak için sıcaklıklardaki artışın 2°C’nin altında, tercihen 1,5°C eşiğinde sınırlandırılması hedefini kabul etmişlerdir. Bunun için belli bir karbon bütçesini aşmamak gerekmektedir. Analizlere göre mevcut karbondioksit emisyonları ile 2°C hedefi için karbon bütçesi 20 yıl, 1,5°C hedefi altındaki karbon bütçesi ise sadece 5 yıl içerisinde aşılmış olacaktır. Bilim insanları her iki hedef için de 2020 yılı öncesinde emisyonlarda düşüş trendinin başlaması gerektiğini belirtmektedir. Paris Anlaşması iklim değişikliği ile mücadelede yer alan tüm kesimlere, kolektif sorumluluklarını artırmaları gerekliği mesajını vermiştir. Anlaşma iklim eylemlerinin ancak tüm paydaşlar (devlet ya da devlet-dışı) ile bir arada gerçekleşebileceğine vurgu yapmaktadır.
Gaz ya da gaz ve partikül karışımlarının atmosfere verilmesine emisyon (salım) denir. Azaltım (mitigasyon), iklim değişikliğine neden olan insan kaynaklı sera gazlarını kontrol altına alınması, azaltılması ve tutulmasına yönelik önlemlerdir. Emisyon azaltımı, her türlü sektör faaliyeti sonucu gerçekleşen karbondioksit eşdeğer ton (sera gazlarının küresel ısınma potansiyelinin karbondioksit gazı cinsinden ifade edilen bir metrik ton cinsinden birimi) birimindeki sera gazı emisyonlarının azaltılması, sınırlandırılması veya tutulması anlamına gelir. Azaltım iklim değişikliği bağlamında, sera gazı kaynaklarını azaltmayı ya da karbon yutaklarını artırmayı amaçlayan insan kaynaklı müdahaleleri ifade eder. Karbon yutaklarını arttırma faaliyetleri iklim değişikliğinin etkilerine uyumu da içeren geniş bir çerçeveyi kapsar. Bu durum iklim değişikliği ile mücadelede hem sera gazı emisyonlarını azaltmada, hem de iklim etkilerine uyum sağlamada çok boyutlu bir yaklaşımı gerektirir.
Karbon her yerde ve insan dahil tüm canlıların içindedir ve sürekli hareket halindedir. Karbon tek bir yerde durmaz, sürekli gezegenin bir bölümünden diğerine hareket etmekte ve biçim değiştirmektedir. Örneğin karbon havada temel olarak gaz halinde (karbondioksit veya CO2) var olur, ağaçlar dahil bitkiler ve okyanuslar tarafından emilir. Karada canlılar, bitkileri yediğinde ve solunum sırasında nefes aldığında karbonu vücudunun içine alır. Bitkiler ve hayvanlar öldüğünde kalıntıları çürür ve çözünür; yeryüzü tarafından tekrar emilen karbonu oluşturur. Karbon döngüsü atmosferdeki gaz oranını binlerce yıldır aşağı yukarı dengeli tutmuştur. Ancak bu önemli denge, ya doğal olarak yok olabileceğinden hızlı CO2 salınarak ya da tropik yağmur ormanlarını kesilmesiyle olduğu gibi doğal karbon kaynakları azaltılarak insan faaliyetleri ile bozulmaktadır. Bu durum atmosferdeki CO2 miktarını arttırır ve CO2 bir sera gazı olduğu için de bu süreç yeryüzünün sıcaklığının artmasına sebep olur.
“Yutak” kavramı ilk olarak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 1.8 maddesine göre, “bir sera gazını, bir aerosolü veya bir sera gazının oluşumunda rolü bulunan bir öncü maddeyi atmosferden uzaklaştıran herhangi bir işlem, faaliyet veya mekanizma” şeklinde tanımlanmıştır (UNFCCC, 1992). Yutak Alanları kavramı ilk olarak LULUCF Kılavuzunda altı gruba ayrılmıştır. Bunlar; orman alanları, çayır ve mera alanları, tarım alanları, sulak alanlar, yerleşim alanları ve diğer alanlar olarak ifade edilmektedir (IPCC, 2003). Ormanlar ve denizler, gezegenimizdeki sera gazlarından karbondioksiti tutan ve atmosfere karışmasını önleyen en önemli yutaklardır. Ormanların ve başta su altı bitki örtüsü olmak üzere denizel ortamların tahrip edilmesi, bu sistemlerin karbon yutma kapasitesini olumsuz etkiler ve atmosfere karışan karbon miktarını yükseltir. Bu ekosistemlerin korunması, iklim değişikliğine karşı mücadelenin yanı sıra, doğal yaşamın sürdürülebilmesi açısından da hayatî önemi haizdir.
Karbon yakalama ve depolama, enerji santralleri ve endüstriyel fabrikalar tarafından salınan karbondioksiti yakalayan, sıkıştıran ve yerin altında, derinde uygun bir depolama sahasına taşıyan bir teknolojidir. Bu teknolojinin Avrupa’da ve tüm dünyada iklim değişikliğine karşı mücadeleye katkı verme potansiyeli yüksektir. Yeraltı sahaları neredeyse tüm karbondioksiti yüzlerce, hatta binlerce yıl depolayabilir, ancak teknoloji pahalıdır. Karbonu yer altında depolamanın doğaya duyarlı (toprak ekosistemine, yeraltı sularına vb.) olması için bazı önlemler gereklidir.
Karbon kirliliği, fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan fazla karbondioksittir. Karbondioksit, atmosferde güneşten gelen ısıyı kapanda tutan bir doğal sera gazıdır (buna sera etkisi denir). Ancak her ne kadar karbondioksit yaşamın önemli bir parçası olsa da (örneğin bitkiler fotosentez için buna ihtiyaç duyar) iyi bir maddenin fazla olması gibi bir durum söz konusudur, bu da bir tehdit unsuru haline gelir. Çünkü havada ne kadar çok karbondioksit molekülü olursa, güneş ısısı o kadar kapalı kalır. Yüksek miktarda kömür, petrol ve doğal gaz yakan fosil yakıtı ekonomisinde, dünyanın doğal döngülerinin güvenli bir şekilde işleyeceğine kıyasla çok daha fazla karbondioksit atmosfere salınmaktadır. Fazla karbondioksit, çok daha fazla ısıyı kapalı tutan karbon kirliliği haline gelmektedir.
Bir kaynaktan oluşan sera gazı emisyonlarına karşılık olarak dünyanın herhangi bir yerinde başka bir kaynak üzerinden azaltılan ya da önlenen sera gazı emisyonları sonucunda edinilen kredilerin (sertifikaların) satın alınması faaliyeti ile gerçekleştirilen emisyon denkleştirme işlemidir.
Karbon bütçesi, ortalama sıcaklıklardaki artışın 2°C’nin altında tutulabilmesi için insanlar tarafından atmosfere salınabilecek karbondioksit miktarını, yani maksimum toplam (tarihsel birikimli) küresel sera gazı emisyonunu ifade eder. Kısaca dünya üzerindeki insan kaynaklı faaliyetlerin ne kadar karbon yayabileceğine dair bütçedir. Bilimsel hesaplara göre küresel ısınmanın 2°C altında kalması varsayıldığında, atmosfere salınabilecek toplam karbondioksit 3.650 milyar tondur. Sanayileşme devriminden bu yana, insanlığın atmosfere 2.000 milyar ton CO2 saldığı hesaplanmıştır. Buna göre geriye en fazla 1.650 milyar ton CO2 kalmıştır. Bu değere “küresel karbon bütçesi” denir.
Ekonomik yapının iklim dostu bir biçimde dönüştürülmesiyle ekonomik, toplumsal ve ekolojik sürdürülebilirliği aynı anda yakalamanın mümkün olması. Bu dönüşümün ilk kuralı fosil yakıt temelli ekonomik sistemin terk edilmesidir. Bunun için gereken finansal kaynağın önemli bölümü fosil yapıyı ayakta tutmak için harcanan teşviklerden sağlanabilir.
Ekonomik kalkınma ve karbon salımı arasında ilişkiyi değiştirmeyi ve iklim değişikliği ile mücadelede somut adımlar atmayı hedefleyen bir modeldir. Düşük karbonlu kalkınma stratejilerinde kilit rol oynayan sektörler, enerji (düşük karbon teknolojileri ile enerji verimliliği sağlanması), ulaşım, yapılı çevre (binaların enerji verimliliğinin arttırılması), atık yönetimi ve atıktan enerji elde etme, altyapı, tarım ve ormancılık olarak sıralanmaktadır.
Karbon vergisi kömür, petrol ve doğal gaz gibi enerji ürünü birimi başına, farklı miktarlarda karbon yayan çeşitli fosil yakıt türlerine, farklılaştırılmış marjinal vergi oranlarının uygulanmasını kabul eden etkinliği yüksek bir fiyatlandırma tedbiridir. İklim politikasının ekonomi araçlarından biridir. CO2 kirleticileri üzerinde bazı ülkelerde uygulanan dinamik ve esnek bir vergi sistemidir. Karbon vergisi, dışsallaştırılan sosyal ve çevresel maliyetlerin doğrudan bazı ürün ve hizmetlerin (fosil yakıtlar vb.) vergilendirilmesi yoluyla bir bütçe geliri oluşturulması ve bu gelirin düşük karbon ekonomisine geçiş politikalarında kullanılmasına dayanır.
Sera gazı emisyon azaltım sertifikalarının alınıp satıldığı piyasaya denir. Gönüllü karbon piyasaları; hükümetlerin iklim değişikliği ile mücadele hedefleri ve politikalarından bağımsız olarak geliştirilmiş, iş dünyasından, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve bireylere kadar ilgili her kesimin karbon denkleştirme maksadıyla katılım sağlayabileceği niteliğe sahip piyasalardır. Kuruluşlar; faaliyetleri çerçevesinde oluşturdukları sera gazı emisyon miktarlarını hesaplayarak (karbon ayak izlerini ölçerek) bu emisyonlarını azaltmak ve dengelemek için sera gazı emisyon azaltımı sağlayan projelerin üretmiş oldukları karbon sertifikalarını satın alırlar. Kyoto Protokolü’nün emisyon ticaretine konu olan esneklik mekanizmalarından yararlanamayan ülkelerde (Türkiye gibi) bu mekanizmalardan bağımsız olarak işleyen, çevresel ve sosyal sorumluluk ilkesi çerçevesinde kurulmuş olan Gönüllü Karbon Piyasasına yönelik projeler uygulanmaktadır.
Karbon finansmanı, sera gazı emisyon azaltımlarını satın almak üzere bir projeye sağlanan kaynak şeklinde tanımlanmaktadır. Karbon finansmanın kullanılmasına zemin yaratan karbon piyasaları; Kyoto Protokolü’nün 2004’de yürürlüğe girmesinden bu yana büyümeye devam etmektedir.
Gelişmiş ülkelerin, sayısallaştırılmış sera gazı azaltım hedeflerine ulaşmalarını kolaylaştırmak ve karbon emisyonlarını azaltıcı uygulamaları daha düşük maliyetle gerçekleştirmek; gelişmekte olan ülkelerin ise karbon finansına ve temiz teknolojilere erişimini kolaylaştırmak için Kyoto Protokolü’nde emisyon ticareti mekanizmaları tanımlanmıştır. Karbon ticaret sistemi, basit bir mekanizmadır. Sisteme göre, sera gazı emisyonunu belirlenen hedeften daha fazla azaltan bir şirket ya da ülke, gerçekleştirdiği bu ek indirimi başka bir şirkete veya ülkeye satabilmektedir. Böylece gelişmiş ülkelerin, sera gazı emisyon hedeflerine ulaşabilmek için diğer ülke veya şirketlerin salınım haklarını satın alabilmelerine olanak sağlamaktadır. Bu sistem ile herhangi bir bölgede mevcut olan sera gazı kirliliği diğer bir bölgede sera gazı azaltımı ile dengelenmiş olur. Örneğin; bir firma elektrik kullanımı ve iş seyahatleri nedeni ile 100 ton karbon emisyonuna neden oluyorsa, karbon negatif etkisini sıfırlamak (karbon nötr) için 100 ton karbon kredisi satın alarak bu etkiyi dengeleyebilir.
Bu sistem uluslararası düzeyde uygulanan ilk emisyon ticareti programıdır. Sistem Ocak 2005’te başlatılmıştır. Dünya karbon piyasasında en büyük payı Avrupa Birliği (AB), Emisyon Ticareti Sistemi (European Union, Emmisison Trade System/EU-ETS) almaktadır. Kyoto Protokolü’nün esneklik mekanizmalarından biri olarak oluşturulan Sistem, AB’nin iklim değişikliğiyle mücadele stratejisinin temelini oluşturmaktadır. Emisyon ticareti, CO2 emisyon azaltım hedeflerine mümkün olan en az maliyetle ulaşılmasını sağlamaya yardımcı olmaktadır. ETS, AB üyesi ülkelerde faaliyet gösteren ve enerji üretimi, petrol rafinerileri, demir çelik, çimento, cam, kireç, tuğla, seramik ve kağıt gibi sektörlerde CO2 yoğun üretim yapan (AB’de yaratılan CO2’nin neredeyse yarısını üreten ve termal girdisi 20 MV/s’i geçen) onbini aşkın işletmeyi kapsamaktadır.
Uyum, iklim değişikliğinin mevcut ve gelecekte ortaya çıkabilecek muhtemel etkilerinin belirlenmesi için yapılan tüm faaliyetlerdir. Uyum iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin önceden tahmin edilmesi ve bunların neden olabileceği zararı önlemek veya en aza indirmek için uygun tedbirlerin alınması veya ortaya çıkabilecek potansiyel fırsatlarda faydalanılması anlamına gelmektedir. Uyum, insan geçim kaynaklarının, ekonomilerin ve doğal sistemlerin iklimin neden olduğu değişikliklerin etkisine karşı hassasiyetini azaltmaya çalışmaktadır. Bazı uyum önlemlerine örnek olarak; tarım sektörünün kıtlıklara karşı olan esnekliğinin arttırılması, iyileştirilmiş alt yapı yönetimi ve depolama yoluyla şehirlerde sel riskinin azaltılması, temiz su ekosistem işlevlerinin korunması vb. uygulamaları verilebilir. Özetle uyum iklim olaylarının (risklerinin) etkileriyle mücadele etmek, fayda sağlamak ve etkileri yönetebilmek için stratejilerin güçlendirilmesi, geliştirilmesi ve uygulanması manasına gelmektedir.
İklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamada ve riskleri yönetme kapasitesinin geliştirilmesinde önemli kavramlardan biri dirençtir. Direnç, bir toplumsal veya ekolojik sistemin, aynı temel yapıyı ve işlevlerini, örgütlenme kapasitesini ve gerilim ve değişikliğe uyum kapasitesini muhafaza ederken, rahatsız edici durumlara tahammül edebilme kabiliyeti demektir. Dayanıklılık bu anlamda insanların içinde bulundukları ve parçası oldukları sosyo-ekolojik sistemlerde finansal krizlerden iklim değişikliğine farklı anlamlardaki şok, stres ve değişimlerle başa çıkarken girdikleri yenilenme ve yaratıcı düşünme döngüsüne işaret eder.
Düşük karbonlu bir şehrin doğrudan tek bir tanımı olmamakla beraber; karbon salımını azaltmak amacıyla yaratıcı teknolojilerin uygulandığı ve iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlayan doğanın kuvvetini yönetme teknolojilerine sahip, ekolojik bütünlüğü bozulmamış bir kent modeli düşük karbonlu olarak açıklanabilir.
Kentleşme, çoğunlukla geçirimsiz yüzeyleri, fosil yakıt kullanımını, ormansızlaştırmayı ve ekosistemlerin bozulmasını beraberinde getirdiği için su kaynakları ve döngüsü üzerinde büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Yağmur hasadı, yağmur suyunun tutularak yeryüzünde ve/veya yer altında, toprakta ve/veya depolarda biriktirilmesi yöntemidir. Tarımın başlangıcıyla ilişkilendirilen yağmur hasadı yöntemleri, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından oluşturulan 2007 tarihli 4. Değerlendirme Raporu’nda iklim değişikliğine uyum kapsamında önerilen bir yöntemdir
Bugün artık kentleşme ve ekonomik büyüme süreçlerinin toplumun tüm bölümlerine toplumsal ve ekonomik gelişme getirmediği, kentleşmenin kendisinin toplumsal uçurumu ve kentlerdeki ekonomik veya siyasi dışlanmayı iyileştireceğine, daha da kötüleştirdiği anlaşılmış; sürdürülebilir kentler için toplumsal, ekonomik ve siyasal içermenin ve eşitlikçi yaklaşımlar ve politikaların önemi iyice ortaya çıkmıştır. Bu gidişata karşı, sürdürülebilir kentler ve kalkınma açısından önemli bir kavram olarak dayanıklılık gündeme getirilmiştir. Habitat III/Yeni Kentsel Gündemi, dayanıklılığı, sürdürülebilir kentler ve insan yerleşimleri için bir hedef ve aynı zamanda araç olarak tanımlamaktadır. Bu çerçevede, kentlerin sürdürülebilir kalkınmadaki itici rollerini yerine getirebilmeleri için nasıl planlanmaları gerektiği önemlidir. Burada, ulusal/yerel planlama politikalarında iyileştirmeye olan bu gereksinim, sadece yetersiz planlama sistemleri ve uygulama araçları olan ülkelerin kentlerini değil; iklim değişikliği, küreselleşme, demografik değişim ve planlama üzerindeki diğer yeni baskılar dikkate alındığında, güçlü politikalara sahip ülkeleri de ilgilendirmektedir.
Yeşil altyapı, ekosistem değerlerini ve işlevlerini koruyan birbirleriyle bağlantılı doğal, yarı doğal ve kültürel alanların oluşturduğu bir yeşil alan ağıdır. Şehir yeşil altyapısı ne demektir? Sel sularını kontrol altına almanın en önemli ve başarılı yollarından biri de “şehir yeşil altyapı” sistemlerinin oluşturulmasıdır. Kentsel yeşil altyapı gibi doğa odaklı çözümlerle,mevcut doğal bitki örtüsü çoğaltılaraknitelikli yeşil alanlar oluşturulur ve bu sayede yağmur suları toplanır.
Yağmur suyu topraktan süzülerek hem temizlenir, hem de yeraltı su kaynaklarını besler. Birbirleriyle işlevsel bağlantılar oluşturacak şekilde kurgulanmış, ekolojik nitelikleri yüksek yeşil alanları içeren bir yeşil altyapı sisteminin sağladığı ekosistem servisleri, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaktadır. Bu alanlar sahip olduğu bitki örtüsüyle, hava serinletme, ısı adası etkisini azaltma, karbon tutma ve depolama, kirleticileri uzaklaştırarak havayı temizleme, organik materyaller ile toprağı zenginleştirme, yaban hayatı için besin ve barınma ortamı sağlama, biyolojik çeşitliliği destekleme, yağış sularının yüzeysel akışa geçmesini önleme, yeraltı su kaynaklarını besleme, rüzgâr ve yağış erozyonunu azaltma, gürültü filtreleme, enerji tüketimini azaltma, rekreasyonel ve arazilerin emlak değerini arttırma gibi birçok işleve sahiptir. Yağmur suyu yönetim uygulamalarında yüzey akış suyunu kontrol altına alabilmek ve doğal su döngüsüne benzerlik sağlayan uygulamalar üretilmek amacıyla geliştirilen çözümler üretilmektedir. Yağış suyu yönetim teknikleri yağmur bahçesi, geçirimli döşeme, kuru kuyu, yağış suyu bitki şeridi, yağmur hendeği, sızma çukuru, yeşil çatı (çatı bahçesi), yağmur varili ve sarnıç gibi yapılar içerir. Yağmur suyu yönetimi, dünyada iklim değişikliğinin etkilerine su yönetimi açısından uyum sağlamak amaçlı birçok şehrin önceliği haline gelmiştir, bu konuda son yıllarda yapılan çalışmalar araştırmalar sonucunda ‘sünger şehir’ terimi ortaya çıkmıştır. Şehirler, sünger bir yerleşim haline gelmek için politikalar geliştirmekte ve uygulamaktadır.